Metin Arolat: "İstanbul'a geldiğimde Cebimde 20 lira vardı"
52 yaşında hayatını kaybeden Türk pop müziğinin sevilen ismi Metin Arolat, 2019 yılında OnurAkayMedya'ya özel röportaj vermişti!
OnurAkayMedya/Özel Röportaj
52 yaşında sahnede kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden ve bugün son yolculuğuna uğurlanan Türk pop müziğinin sevilen ismi Metin Arolat, 2 Ağustos 2019 yılında OnurAkayMedya’ya özel röportaj vermişti. Metin Arolat, OnurAkayMedya yazarı İsmail Gökgez’e çok samimi açıklamalar yapmıştı.
İşte o röportaj:
Yaptığınız işle çok alakasız bir bölümde okudunuz. Neden İktisat?
- İşletme okudum aslında. İktisadi İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü, Dokuz Eylül’de...
“İSTANBUL’A GELDİĞİMDE O ZAMANIN PARASIYLA CEBİMDE 20 LİRA VARDI”
Neden İşletmeyi seçtiniz peki? Oradan başlayalım.
- Hiç seçmedim ya. Son tercihimdi. Puanım tuttura tuttura o oldu. Dokuz Eylül Sinema benim girdiğim sene ilk defa puanla aldı ve çok yüksekti puanı. Onun öncesinde yetenek sınavıyla alıyordu. Onu tutturamadım. Ama ben İşletme okurken Sinema Televizyon hocaları falan o taraftan çevre yaptım kendime. Onların derslerine giriyordum hatta. İkinci sınıf bittiğinde ben daha İşletme’nin bir tane sınavına girmemiştim. Girmediğim için de ikinci sınıfta o zaman bir yasa çıktı bizi okuldan kovdular ve tekrar aldılar. Ama kağıt üzerinde oldu yani bizim haberimiz bile yoktu. Yine sanıyorum kanunsal bir açık yüzünden çok avantajımız oldu. Neyse bizi okuldan attılar. Ben Güzel Sanatlar’ın sınavına girdim. Birincilikle kazandım. Abim o sene trafik kazası geçirdi rahmetli oldu. Rahmetli olunca annemler dediler ki oğlum önce bir okulunu bitir ondan sonra ne yapmak istiyorsan yap ama bu okulu bitir. Sonra bizi geri aldılar okula. Geri alınca da şu haklara kavuşmuş olduk. Mesela üçüncü sınıftaki diğer arkadaşlarım birinci sınıftan ikinci sınıftan aynı anda ders alamıyorlardı. Yani onları temizlemeden üçüncü sınıfa devam edemiyordu dersi kalanlar. Bizim gibi atılıp da alınmış olanlarsa mesela ben üçüncü sınıftayken bir ve ikinci sınıfın sınavlarının tamamını verdim. Dördüncü sınıftayken de üç ve dördüncü sınıfın sınavlarının tamamını verdim. Yani ben iki senede bitirmiş oldum dört senelik okulu. Çok kafam basmıyor benim, işletme rakamlar sayılar. İşletmede okumak bana göre değildi. Ben daha çok Sinema Televizyon’a vurulmuştum. Bayağı sekiz milimlik kamera filimler çekiyoruz, okulun olanaklarından yararlanıyoruz. Güzel Sanatlar ortamına bayıldım. İşletme’de herkes daha analitikti. Ama Güzel Sanatlar’da kitaplar okunuyor tartışılıyor daha açıktı beyinler. Mezun olduktan sonra tekrar girdim sınava. Tekrar kazandım. Çünkü Sinema okumak istiyorum. Bu sefer dediler ki bir fakülteyi bitiren askerlik yapmadan diğer fakülteye kayıt yaptıramıyor. Ben de o zaman siz beni yapmamak için direniyorsunuz ama ben yönetmen olacağım dedim ve atladım İstanbul’a geldim. İstanbul’a geldiğimde o zamanın parasıyla 20 lirayla geldim. Bu sefer annem de babam da pek isteksizlerdi. Nasıl olsa İşletmeyi bitirdin gir bir bankada çalış diyorlardı. Çünkü babam da banka müdürüydü. Bankacı da bir babası vardı. Ben istemedim gittim, annemler de hayat senin hayatın bundan sonrası sende dediler. Ben de kendi başıma 20 lirayla geldim. İlk önce ne yapacağımı bilmiyordum. Kimseyi de tanımıyordum İstanbul’da. Bir tane amcamın tutup peşinatını ödediği sonra da başka bir yere geçtiği bir ev vardı boş. Boş dediğim ama içi de bomboş. Hiçbir şey yoktu. Bir tek amcamın kitapları yığılıydı. Ben de oraya girdim yatacak yer yok falan battaniye aldım, bakkaldan karton kutular aldım. Kendime yatak yaptım. Geceleri de amcamın kitapları elimde onları karıştırıyorum. Sonra bir arkadaşımla yolda karşılaştım bir gün. İşte ben yönetmen olabilmek için her yolu deniyordum. O da dedi ki bir yapım şirketi var. Reklam ajansı var. Orası yapımcı arıyordu kendine. Yönetmen değil de yapımcı ama bir git görüş dedi adını verdi: Osman Üstündağ. Şans eseri benim o gün okuduğum kitapta Orhan Pamuk’un Cevdet Bey ve Oğulları’ydı. Arkasında da fotoğrafı var Orhan Pamuk’un. Fotoğrafı çekene bakmıştım. O aralar dikkat ediyordum görsel her şeye. Osman Üstündağ yazıyor. Ajansla görüşmeye gittim dediler ki sen nerede ne çalıştın İşletme mezunuyum dedim. Daha önce deneyimin var mı? Yok. Olmaz bize uymaz dediler. Çok yıkıldım, tam çıkarken adamın bir baktım masasının üzerinde Osman Üstündağ yazıyor. Bir flashback oldu bende. Siz dedim Orhan Pamuk’un kitabının fotoğrafını çeken Osman Üstündağ mısınız dedim. Adamın bir hoşuna gitti. Benim şansımın döndüğü nokta o Orhan Pamuk’un Cevdet Bey ve Oğulları kitabıdır. Sen ne yapmak istiyorsun dedi. İşte böyle böyle hiç olmazsa dedim para vermeyin de ben geleyim bakayım neler yaptığınıza yardım edeyim ki başka bir yere gittiğimde hiç olmazsa deneyimim olsun. Güldü müldü gel dedi. Ama hiç para pul konuşmadık. 6 ay ben o 20 lirayla evden Taksim’e yürüyordum, Mecidiyeköy’den yolda bir tane simit alıyordum kendime. Ajansta da öğlen yemek veriyorlar. Onlar artık beni tanıdılar. Akşam giderken de bana bir şeyler hazırlıyorlardı. O 20 lirayı sonuna kadar kullandım. Sonra başka bir yere geçtim artık para alarak. O 6 ayda birçok reklam filminde çalıştım ajansta. Daha sonra bir yönetmene para kazanarak asistan oldum. Cüzi bir paraydı tabii. O zamanlar Bebek’e falan gidip arkadaşlarla denize bakıp hayal kurardık, İstanbul yenilmeyeceğim sana diye. Tekneler vardı. Günün birinde bizim de olur mu gibisinden. İşte deniz kenarında bir evimiz olur mu? Hepsi hayaldi bunların.
Şimdi böyle anlatıyorsunuz ya ağzım açık dinliyorum. İnanılmaz bir başarı öyküsü.
- Böyle anlatınca başarı öyküsü ama tabii çok zorluklar yaşadım. Kimsenin cesaret edemeyeceği bir şekilde hayat yaşadığımı düşünüyorum. Ben hayalimin peşinden gittim. Çoğu insanın böyle bir cesareti olmaz.
Peki ya bu yurtdışında eğitim almanız hangi ara oluyor?
- O asistanlığa başladım ya aradan iki sene geçti baktım dil problemi yaşıyorum. İngilizcem var ama daha iyi yapmam lazım. O zaman yine bir parazit yolculuğa çıktım. Bu sefer de düşün hayallerin bir noktada iyi giderken lisanın şart olduğunu görüyorsun ve o zaman da annemlerden borç almıştım uçak parasını. Uçak parasıyla bir de cebimde sadece 300 dolar falan vardı. O zaman dünyaya bakışım şuydu ben nasılsa yola çıkayım da hallederim bir şekilde veya yapanlar nasıl yapıyor ki. Neyse bana öğrenci vizesi verdiler gittim bir okula. Ama okulun kayıt parası var. Bir müddet çalıştım. Sonra okula başladım.
Ne iş yaptınız ki orada?
- Kaçak işlerde çalışanların yaptığı bütün işleri yaptım. Benzincilik, Pizza Hot’da servis yaptım Seven Eleven vardı orada gece iki ile dört arası çalışıyordum. Ama çok güzel bir sistem var orada. İhtiyacına göre çalışabiliyorsun. Yani okulun parası şu kadar, evin parası bu kadar karşına alıp tamam saati şu kadardan çalışıyorum ve bu kadar çalışmam lazım diye konuşabiliyorsun. Hesap kitap yaptığım zaman onları da hallettim. Amerika’da okulu bitirmedim aslında. İki sene okudum. Bir sene 7 ay. Aslında kalacaktım ama o arada İnterstar Türkiye’nin ilk özel televizyonu kuruluyordu ve benim Amerika’ya gitmeden önce çalıştığım şirketteki bir tanıdığım oranın reklam bölümünün genel müdürü olmuştu. O bana telefon etti ve dedi ki Metin Türkiye’ye geri dönüyorsun ilk özel televizyon kuruluyor, benim ekibimde olmanı istiyorum. Türkiye için büyük bir adımdı tabii özel televizyon. Geldiğimde hazır bir televizyonda başlayacağım diye düşünüyordum. O zamana kadar bir tek TRT’yi biliyoruz. Amerika’da da televizyon şirketlerini biliyorum. Hani her 24 saat arı kovanı gibi çalışıyorlar çok heyecanlı falan. Geldim, geldiğimde köhne bir bina tutmuşlar ve daha kablolar falan çekiliyor. Bize bu makinaları oraya taşı bu makinaları buraya taşı öyle bir dönem geçirdik. Sonra yayınlar başladı. Yayınlar başladığında genç yönetmen adayı olarak orada bir takım programlar çekmiştik. “Star Galaksi” vesaire. Gençlik programları. Bir de şöyle bir havam olmuştu. Amerika’dan geldi bu diyorlardı bana. Bir buçuk sene kalmıştım ama gerçekten oralı olmuştum ben. Dönmemeyi de düşünüyordum. Sonra filmler çeke çeke bugüne geldik. Hala devam ediyoruz işte reklam çekimlerine.
Yalnız şunu söylemek istiyorum sizde deli cesareti varmış. Ben sizin yaptığınızı hayatta yapamam. Bugün olsa yine yapamam, göze alamam o kadarını. Cesaretli bir insansınızdır değil mi?
- Cesaretliyimdir. Eskiden daha cesaretliydim. Aidiyet duygusu daha fazla oluyor bir yaştan sonra. Şimdi mesela bu yaşta sıfırdan başlamayı düşünmem. Ama o zaman kaybedeceğim hiçbir şey yoktu. En fazla İzmir’e geri döner, ailemin dediği gibi müfettişlik sınavlarına girerdim.
1995’te ilk albümünüz çıktı. Arada çok kısa bir zaman var. O süreçte nasıl albüm çıkardınız merak ettim açıkçası?
- İnterstar’dan sonra Kanal 6 diye bir kanalda çalıştım. İnterstarın ortaklarından Turgut Özal’ın oğlu açmıştı. Reklam bölümüne tekrar geçmeden önce orada da çalıştım. Neydi programın adı hatırlamıyorum. Bir programa klip çekiyorduk ama klipler o zaman sürekli yayınlanan bir şey değildi. Sadece o programda yayınlanacak. Tarkan’ın Kimdi diye bir şarkısı var. O zaman Tarkan henüz çok büyük bir patlama yaşamamıştı. Bilinmiyordu, sevilmeye yeni başlanmıştı. Biz de oKimdi’yeklip çekelim hadi sen çek dediler oradan Tarkan’la ve plakçısı Mehmet Söğütoğlu’yla çok yakın arkadaş olduk. Ben İşletme okurken bir okul grubumuz vardı: müzik grubu, kendimiz çalıp kendimiz söylerdik.
O zaman yaptığımız birkaç şarkıyı Mehmet’e dinlettim. O beğenmişti, aa gel albüm yapalım dedi. Ben bir anda bir şeyler oldu ve karar verdikten 6 ay sonra albüm çıkmıştı. Şarkıların 4-5 tanesi hazırdı. Biraz şansta vardı. O dönemdeki şansıma inanırım bak. Mehmet’le o an tanışmasam şimdi işin müzik tarafında olmaya da bilirdim.
“HAYATTA NEYİ İSTİYORSAN YAPMALISIN”
Sizin istediğiniz şey, hayaliniz yönetmenlikti. Şarkıcılık, albüm çıkarmak nereden çıktı?
- Ağabeyimi kaybettikten sonra şöyle bir felsefe geliştirdim. Hayatta neyi istiyorsan yapmalısın. Çünkü ertesi gün yaşayıp yaşamayacağımı bilmiyorum. Bir kaza geçirebilirim ölürüm ve biter. Abimin de birçok istekleri vardı. Mesela yat, tekne turizmi istiyordu aynı zamanda kitap yazmak istiyordu. Benim de işte okuldayken şarkı söylüyordum ve sinema televizyon bölümünün derslerine giriyordum iki tane sevdiğim iş vardı. İkisini bir arada yapabilme şansım oldu ve yaptım. Birini seçip öbürüne sırtımı dönmedim.
“NE KADAR HIRSA GİRERSEN GİR SONUN TOPRAK”
Şarkıcılıkta bugün geldiğiniz noktada amaçlarınıza ulaşabildiniz mi?
- Şarkıcılıkla ilgili benim çok büyük amaçlarım hiç olmadı. Ben arada şarkı söylemek istiyorum, bütün amacım bu. Şarkı söylüyorum ve hayatımı renkli bir biçimde geçirmek istiyorum. Göz önünde olmayan bir iş yapsaydım ve bana deselerdi ki bak işte komşunun oğlu Mehmet gitti uğraştı Amerika’da da bizden hiç para almadı, İstanbul’a gitti yönetmen olacağım dedi başardı aynı zamanda da şarkı söylemek istiyordu onu da yaptı dediğinde Mehmetse çocuğun adı çok gıptayla bakabilirdim. Benim hayata bakışım bu. Hırsla ben şarkıcıyım en iyi şarkıları ben söylerim aa ben yönetmenim en iyi filmleri ben çekerim hiç öyle şeylerim olmadı. Çünkü iddiayı başkalarına yaparsın ben kendime karşı. Yaşadığım süreci keyifli hale getirmeye çalışıyorum sadece. Bunun içinde şarkı var, müzik var, yönetmenlik var renkli bir hayat yarattım kendime. Hiç girmedim hırsa, o taraklarda hiç bezim olmadı. Ne kadar hırsa girersen gir, sonun toprak.
Çok sık şarkı yapan bir insan değilsiniz. Neden bu kadar uzun aralıkları?
- Ben baştan itibaren öyle başladım. Mesela birinci albümümle ikinci albümümün arası 3 sene. Şimdi bir yandan yönetmenlik yapınca full performans müziğe vakit ayıramıyorsun. Performans ayıramayınca da ayırabildiğim o süreçte kendi şarkılarımı söylemek istiyorum. Değilse de beni anlatan şarkıları söylemek istiyorum. Benim reddettiğim sonradan patlamış çok şarkı vardır mesela. Önce bana okur musun diye gelmiştir okumam demişimdir çok patlamasına rağmen o şarkıları okumadım diye bir pişmanlık hissetmedim çünkü beni anlatmıyordu.
Var mı ufukta görünen yeni şarkı?
- Valla yazdığım bir sürü şarkı var. En son 2014’de yaptım işte. Beş sene olmuş. Kısa gibi geliyor bana. Niye hemen yapmak zorundayım diye hissediyorum. Çünkü öyle bir paniğe girmeme lüksüm var. Beni aslında dinleyen kişiden çok benim hazır olup keyif almam gerek. Çünkü dinleyen kitlenin-ben de dinleyicilerden biriyim başka sanatçıları-çok samimi olduğunu düşünmüyorum aslında. Fan grupları oluyor, ölümüne destekliyorlar ama bu kadar destekledikleri insanların albümünü almıyorlar. Madem çok seviyorsun al albümünü, kaçak indirme. Onun için onlar o kadar samimiyetsizse benim de acele etmeme gerek yok.
Albüm satışları nasıl sizce? Bu devirde albüm yapmak akıl işi mi?
- 90’larda en kötü albüm bir milyon satıyordu, en kötüsünden bahsediyorum. İyi de yapsan kötü de yapsan insanlar almıyor. Albümleri internetten indiriyorlar, Youtube’dan seyrediyorlar. Dolayısıyla da satışta iyi olmak diye bir şey yok, hepsi kötü.
Ben de bir dinleyiciyim dediniz biraz önce. Siz neler dinlersiniz?
- Hala Sezen Aksu’nun eski şarkılarına bayılırım. O şarkıların bu kadar hayatıma kitleneceğini ummuyordum. Atıyorum ‘Gülümse’ albümü, hala en sevdiğim albümdür. Önüne geçemiyor hiçbir şarkı ama tabi o albümle yaşadığım şeylerin de etkisi büyüktür. Şarkılar sende yaşadığın dönemde izler bırakıyor. Halil Sezai’yi çok seviyorum. Şarkı anlatış biçimini duygusunu seviyorum. Ajda Pekkan çok severim. İnsan olarak da severim Ajda’yı. Hemen hemen herkesi dinliyorum sadece yeni çıkan arkadaşlara-kimseye de haksızlık yapmak istemem herkesin emek verdiğini biliyorum-şarkı sözleri basitleştikçe benim ruhum ağırlaştı galiba. O ağır ruha daha felsefik şarkılar gerekiyor. Çok anlamsız, sakız sözleri sevmiyorum. Şarkılar da biraz ona dönmeye başladığı için yeni insanlar da buradan kazandıkları için öyle şarkılar yapıyorlar, onlar da bana hitap etmiyor.
Ben sizin en çok “Sarı Saçların” şarkınızı seviyorum. Siz şarkılarınız arasında en çok hangisini seviyorsunuz? Ayrım yapabiliyor musunuz?
- Yapıyorum, “Yine Bir Başıma’yı çok severim, “Hata Bende’yiseverim. Bu ikisini çok fazla ayıramıyorum.
Tarkan’la bir ara çok sıkı fıkıymışsınız. Şimdi nasıl gidiyor dostluğunuz?
- Şimdi biraz daha kopuğuz. Gözden uzak olunca gönülden de ırak oluyor. En son Gülşen’in klibini çekerken Küba’da fotoğraflar çekmeye gelmişti, tesadüf. Ama o zaman bile karşılaşmadık. Karşılaşma şansımız vardı ama benim çalışmam lazımdı. Çünkü saatle yarışıyorsun klip çekerken, oradan ekip kiralamıştık falan. Onun da fotoğraf çekmek için bir yerlere gitmesi gerekiyordu. Karşılaşmadan en yakın orada olduğunun haberini aldım.
Ayla Çelik’le nasıl gidiyor?
- İyi gidiyor. Ben sahneye çıktığımda o gelir genelde ya da o sahneye çıktığında ben giderim. Ayla benim 4-5 sene backvokalim oldu sahnede hatta Murat’la beraber. Dolayısıyla da ben artık klip arada bir çeken bir adamsam backvokalime vefa borcumu ödemem gerekiyordu. Ama ona dedim ki bir tane klip çekeceğim ve Bağdat’a çekmek istiyorum. O da kendince bir tane çekeceksin ama ben Bağdat’la çıkmak istemiyorum dedi. Bayağı bir kapıştık. Aşk Şarkıları dedi tamam dedim ama gönlüm Bağdat’taydı. Onun için de Bağdat’ı ben çekmedim. 24 saat beraberiz. Bugün Çeşme’de olmasa kesin yanımda olurdu. O gitti ev darmadağın mesela.
Gençleri seviyor musunuz? Umutlu musunuz?
- Tabii ki umutluyum ya. Facebook’tan biri bana mesaj attı şura mezunuyum ben yönetmen olmak istiyorum, bir kız Ece. Yapabileceğim her şeyi yaptım artık size buradan ulaşmayı deniyorum gibisinden. O tip de çok mesaj alırım. Şarkı sözü yazanlar, bestem var diyenler yardım et diyenler. Ben de onların profillerine girerim. Yani saçını tarayışından neyden eğleniyor, fotoğraflarını koyuyorsa bir incelerim. Ece’nin profiline girdiğimde kendi kendine filimler çekmiş onları koymuş, arkadaşlarıyla toplanmışlar bir yerde evdeki ışıklarla bir şey yapmaya çalışıyorlar. Dudak büzüp de boş boş bakan tiplerden değil. Böyle olunca gençleri seviyorum. Ece’yi aldım şu anda piyasanın en iyi asistanlarından biri oldu ve hatta Cannes’da kısa film yarışmasının ön elemesini kazandı, kendi çektiği bir filmle. Mesela onun hayatına etkim olabildi ama Ece de dudak büküp fotoğraf atsaydı hiç ilgilenmezdim.
Hayatta öncelikleriniz neler?
- Ailem, vücudumda hepsinin adları dövme olarak kayıtlı. Çünkü kayıp verdik aileden, abim gitti, arkasından babam gitti. Zaten çok bağlıydık, çok mutlu bir aileydik. Ailenin ortasına bomba atılmış gibi oldu ve herkesin bir tarafı koptu, herkes üzüldü. Acılı bir aile olduk. Anmayı seviyoruz ya sevdiklerimizi öyle olunca da keşke ölmeseydi diyorsun. Ablam ben ve annem çok yapıştık birbirimize. Onlar İzmir’de oturuyor ben burada oturuyorum ama annem hala telefon ediyor “geç yatma, terleme” o duygularda. Sonra ablamın çocukları oldu yiyenlerim. Onlar da benim küçük aileme dahil oldular, o yüzden önceliğim ailem.
“ACI, İNSANA EN İYİ ÖĞRETMEN”
Acı demişken... Merak ettiğim bir soru. Acılarınızdan ders alır mısınız? Bir şeyler öğretir mi size? Buna inanır mısınız?
- Acı, insana en iyi öğretmen. Diyorum ya işte abim öldü benim hayata bakış açım değişti. Başkaları için yaşamamak oldu. Onlar istiyor diye şarkı yapmayacağım onlar istiyor diye yaşamayacağım. Ben istiyorsam yapacağım bir şeyleri.
Asla şunu yapmam, asla bunu yapmam gibi cümleleriniz var mıdır? Metin Arolat büyük konuşur mu?
- Hayır, konuşmam. Büyük konuşmak değil, asla yapmayacağım şey yok benim. Gerekiyorsa bir şeyi yapmam gerektiği için yaparım. Birilerine yardım etmem gerekiyorsa ederim. Buradan balık tutarak yaşamam gerekiyorsa balık tutarım.
“ASTROLOJİNİN BİR BİLİM OLDUĞUNA İNANMIYORUM”
Hangi burçsunuz? İnanır mısınız burçlara?
- İkizler burcuyum. Hiç inanmam. Atıyorum ikizler burcu değişikliği sever akrep burcu sevmiyor mu? Ben bunun bir bilim olduğuna da inanmıyorum, hava.
Şükretmenin sizi hayatınızdaki yeri nedir? Sürekli şükreder misiniz?
- Sürekli şükrederim. O gün bile şükrediyordum. Yine olsa yine aynı zorlukları yaşamak isterim.
“GÜLŞEN’İN BANGIR BANGIR KLİBİNİ ÇALDIM”
Gülşen’in Bangır Bangır klibini siz çektiniz. Çalıntı da dediler?
- Çalıntı her klibe diyorlar zaten. Her başarılı işe çalıntı diyorlar ama evet çaldım. Çaldığım şey yine kendi klibimdi 90’larda çektiğim “Psikoloji” klibini seyrederlerse aslında aynı duyguda çekilmiş bir klip.
“SANAT, SANATTAN ETKİLENİR”
Siz dedin ya “her başarılı işe çalıntı” diyorlar. Ben özellikle buradan ilerlemek istiyorum. Çok büyük bir fırsat buldum sonuçta yönetmensiniz. Sizden iyi kimse cevaplayamaz bu soruyu. Çünkü hayatım boyunca hep merak ettiğim şeyler oldu bu konuda. Tamam, sanat her gün yenilenen bir şey ama insanlar neden bu şarkı şuradan alıntı, bu klip buradan çalıntı diyorlar? Sonuçta motorun üzerindeki bir klibi binlerce şarkıcı çekmiştir zaten.
- Bence sanatın nasıl yapıldığını bilmeyen insanlar eleştiri yapıyor. Sanat sanattan etkilenir. O zaman kimse motorun üzerinde klip çekmesin. Herhangi bir sanatın başlama noktası öbür sanatın aynı dalda yapılmış farklı bir versiyonudur. Bunu bildikten sonra kimse dert etmesin.
Kliplerin altına yazılan yorumları takip ediyor musunuz? Kendininkiler ya da diğerlerininkiler.
- Eskiden ederdim artık hiç okumuyorum. Artık Instagram’ım da bile ne yazıldığına bakmıyorum.
Sizin çok çılgın pozlarınız var. Hep böyle pozitif misinizdir yapı olarak?
- Pozitifimdir.
Peki üzüldüğünüz zamanlar?
- Üzüldüğüm zamanları İnstagram’a yüklemiyorum. Yalnız kalmayı tercih ederim. Hiç belli etmeden ağlarım. Bir şeye üzüldüysem insanın doğal göstereceği reaksiyonları gösteriyorum. Ama onu dışarı taşımayı çok fazla sevmiyorum.
Ebru Gündeş’ten bahsedelim biraz da. Kendisiyle iletişim halinde misiniz hala?
- Evet. Kendisini çok seviyorum.
Düet gibi bir şey neden olmasın diye okumuştum zaten kendisi 2 şarkıda vokal yaptı size?
- Evet, “Psikoloji” ve “Kabul Et” şarkılarımda Ebru Gündeş vokali var, “Yine Bir Başıma” ve “Elveda” şarkılarımda Tarkan var.
Ben sizin yönetmen olduğunuzu biliyordum ama reklam yönetmeni olduğunuzu bilmiyordum, klip sanıyordum. Çoğu kez reklamlara ağzım açık bakarak bunu da mı Metin Arolat çekmiş dedim.
- Evet, klip çok az ama binin üzerinde reklam filmim var.
Zevk alıyorsunuz değil mi reklam filmi çekmekten?
- Çok seviyorum. Ben İşletme okurken bir arkadaşımın babası reklam yönetmeniydi. İzmir’de çekim yapıyorlardı setine götürmüştü ve ben o gün oradan ayrılmak istemedim. Yönetmen şu şöyle olsun diyor, oyuncular önünde el pençe divan duruyor, ışıkçılar setçiler böyle harika bir dünyaydı. Bayıldım o atmosfere, işte o ben oldum.
Gülşen, Candan Erçetin, Hadise sadece birkaçı, ünlülerle çalışmak nasıl bir şey? Mesela Hadise, Hadise mi gerçekten?
- Hadise, evet gerçekten gözüktüğü gibi. Yarışmada gördüğün neyse Hadise o. Çok sıcak ve çok eğlenceli. Profesyonel bir tanışıklığımız var setlerden. Gülşen tabi daha yakın arkadaşım. Ozan Çolakoğlu çok daha yakın arkadaşım. Ama Ebru Gündeş mesela çok çok yakın arkadaşım.
“EBRU GÜNDEŞ KÖTÜ GÜN DOSTU”
Nereden geliyor bu Ebru Gündeş arkadaşlığı?
- Çok enteresan bir yerden geliyor. Bir dönem çok hayranıydım ben onun. Ben müzik yapmaya başladığımda ilk karşılaştığımızda hani olur ya böyle birine dostça dersin. Öyle bir kısa zaman geçirdik. Daha sonra ben bir küçük ameliyat geçirdim, apandis gibi bir şey yani. Kimse de bilmez. Hastanede yatarken bir gün telefon çaldı ve Ebru Gündeş duymuş hastanenin telefonunu bulmuş beni arıyor “Sen iyi misin yapabileceğim bir şey var mı?” dedi. O gün dedim ki bu kadın iyi bir kadın. Çünkü aramak zorunda değil. Kimse aramamış beni, kimseye de söylememişim. O peşine düşüyor, hastane numarasını buluyor, yardımcı olmak istiyor bu hareketi çok hoşuma gitti ve cidden çok sevindim ben. Dolayısıyla kötü gün dostu olmak böyle bir şey olsa gerek.
Klip çekerken nelere dikkat edersiniz? Özellikle dikkat ettiğiniz şeyler var mı?
- Benim bir çerçevem vardır. Ekrana baktığım zaman hep hataları görürüm. İlk önce hataları görürüm ve o sinir bozucu olabilir bazen. O bir saç teli de olabilir kimsenin fark etmediği fluda gözükse bile etiketi ters dönmüş bir şey de olabilir. İşin gerektirdiği bir şey. Çünkü reklam filmi çekiyorum hata yapmamak üzerine kurulu. İlk önce güzele bakmam ters olan şeylere bakarım. Baktığımda da çeşitli dengelerim vardır benim, çerçeve dengelerim.
“AZ KLİP ÇEKMEMİN NEDENİ KAPRİSLİ ÜNLÜLER”
Kaprisli ünlülerle illaki karşılaşmışsınızdır. Nasıl tepki gösterirsiniz mesela onlara ya da tepki gösterir misiniz?
- Ben niye çok fazla klip çekmiyorum sanıyorsun? Kimsenin kaprisini çekecek halim olmadığı için. Dolayısıyla da klibini çektiklerim hep arkadaşlarımdır. Arkadaşım olmadan klip çektiğim insan yoktur. Arkadaşlarım da bana kapris yapmaz zaten.
Reklam çekimi mi zor klip çekimi mi?
- Reklam çekimi daha zor çünkü hem daha kısa anlattığı için hem de senin üstünde bir ajans, ajansın üstünde bir müşteri, sanat yönetmenleri. Çok daha profesyonel bir ortam. Önceden çekilen her şey kare kare çizilmiş, o insanın ne giyeceği önceden kararlaştırılmış, saçının nasıl yapılacağı, konuşma biçiminin ne olacağı provalarla belirlenmiş sonra girersin çekimini yaparsın. Klip çekiminde öyle değil. Bir kere 30 saniyelik gördüğün reklam filmlerine harcanan bütçe 4 dakikalık bir klibe harcanan bütçenin 10 katı. Bir bütçe var ortada, dolayısıyla o bütçenin hakkını vermek zorundasın, hata yapamazsın.
O süreci bilmeyen birisi olarak neler oluyor bana anlatır mısınız?
- Önce film çekilene kadar 3 gurup var. Bir müşteri, reklam ajansıyla anlaşıyor reklam ajansı da bunların stratejisini belirliyor, nasıl bir film çekeceklerine dair bir takım senaryolar sunuyor, müşteriyle ortak bir senaryoya karar verdiklerinde bu yapım şirketiyle mi çalışsak bu yönetmenle mi çalışsak dönemi geliyor. Dolayısıyla yönetmene senaryo gelmiş oluyor, senaryo geliyor tabi ancak yönetmenden şunu bekliyorlar biz seni seçtik yönetmen olarak çünkü sen renkleri iyi kullanan birisin biz öyle renkler istiyoruz. Dolayısıyla senden-directortouch-dedikleri yönetmen dokunuşu istiyorlar.Yönetmen de kafasında o senaryoyu nasıl yorumladığına dair bir tretman yazıyor. Bilmem kaç sayfadan oluşan ve resimlerle desteklenen bir dosya hazırlayıp, sunuyorsun.
Şarkıcılık mı yönetmenlik mi?
İkisi de hayatımın bir parçası. Bana anlam katıyorlar birisini çıkarırsam anlamsızlaşırım.
Ego var mı sizde ego?
- Egoyu çevrendekilere kötü davranma olarak görüyorsan böyle bir şey yok. Ama insanlara hissettirmeden benim istediğim şekilde hayatımı sürmem için gerekli olan şartları sağlarım.
Her insanın vardır bir felsefesi, sizinki ne?
- Benim felsefem şu: hayatını güzel yaşa.
Sporla aranız nasıl?
- Kötü. Arada bir yapıyorum. Aletlerim var işte kendimi gaza getirip aldım. Bazen de hırslanıyorum 3-5 ay durmadan yaptığım zamanlar oluyor.
Yeni projeleriniz neler?
- Bu hafta bir reklam filmi var. Zaten her ay 2-3 tane reklam filmi çekiyorum.
Röportajı bitirmeden önce gençken aldığınız “Altın Aslan Ödülü”nü konuşmak istiyorum ben?
- İlk çektiğim reklam filmiydi. O zaman anlamadım çünkü daha önce Türkiye’den hiç kimse o ödülü almamıştı. Ben Altın Aslan Ödülü’nün ne olduğunu bile bilmiyordum. Aldık dediklerinde “he ne ki” o falan oldum. Oysaki önemli bir ödülmüş, sonradan öğrendim. Hele şimdi aynı ödülü almış olsam o o bayrak bile sallarım.
Düşmanlarınızla ilgilenir misiniz? Umurunuzdalar mı?
- Düşmanına yakın ol lafına inanırım. Düşmanınla yakın olmalısın ki önceden planları sezebilesin.
Alışkanlıklarınız var mı?
- Kötü alışkanlıklarım yok ama bir tanesi var: sigara içiyorum.
Yemekle aranız nasıl? Yemeyi sevenlerden misiniz yoksa yapmayı mı?
-Yemek yapmayı hiç bilmem, hiç sevmem.
Hayvan sevginden bahsetmek istiyorum ben. Nereden geliyor?
- Kızlarım, kızım diye severim. Küçükken insan eve kedi bulur getirir ve bir anne vardır asla bu evde bunları istemiyorum diye sitem eden. Annemin bu baskısı yüzünden ne zamanki yalnız yaşamaya başladım hemen kedi köpek ne varsa topladım. Ben bir de muzur bir çocuktum yılan da bulup getiriyordum, kaplumbağa getiriyordum, fare buluyordum. Dolayısıyla annemin tepkisi normal. Bir kere bir yılan bulmuştum, Ayvalık’ta oturuyorduk o zaman aldım onu bir cam fanusa koydum atamadık o gün diğer gün baktık ki yılan yok, sonra annem evin her tarafına süt koydu süte gelirmiş yılan diye. Böyle hep diken üstünde yaşamıştık.
Bu konudan bahsetmezsem olmaz. Aşırı ilgimi çekti, Mevlana’nın 24. kuşaktan torunusunuz, çok şaşırdım.
- 24. kuşak olunca pek de önemsemiyorsun.
Hele deden hele deden, o deden yok mu o deden? Çok ünlü bir şairmiş: “Ali Mümtaz Arolat”
- Güzeldir dedemin şiirleri. Babamın da çok güzel şiir kitapları var. Dedemin babası da “Hasan İzzet Paşa” o da komutan.
Hikayeler yazıyormuşsunuz. Kitap yazmayı, onları toplamayı, ya da internette yayınlamayı düşünmüyor musunuz?
- Hayır.
Karşınızda genç bir zihin var. Neler söylemek istersiniz?
- Şunu öğütlüyorum, bol bol okuyun. Ama internetten okumayın. Sadece kitap okumaktan bahsetmiyorum. Çeşitli araştırmaları, makaleleri okuyun. İnternete bağımlı kalmayın, kaynağı belli şeyleri okuyun. Dudak büzerek poz vermeyin evladım ve hayatı ciddiye alın. Çünkü gençlik geçmişte kalıveriyor. Sonra o gençlik süresince doğru düzgün işler yapmadıysan donabiliyorsun, sen donma. Hayat boyunca enerjini kaybetmemen dileğiyle.
Tarih: 22-09-2024