"Yeşilçam dünyada halkın yapısını oluşturduğu tek sinema"
OnurAkayMedya/Özel Röportaj - Mühendis ve yazar İlker Mutlu kimdir? Sinema ve yazarlık tutkusuyla Yeşilçam'ın izinde bir mühendis İlker Mutlu, OnurAkayMedya köşe yazarı Tuğçe Vural'la Yeşilçam üzerine özel bir söyleşi yaptı.
Röportaj: Tuğçe VURAL/OnurAkayMedya
Merhabalar İlker hocam, benimle görüşmeyi kabul ettiğiniz için teşekkürler öncelikle! Sizi sizin gözünüzden dinleyebilir miyiz, kimdir İlker Mutlu?
1972’de Samsun’da doğdum. Eğitim ve öğretimimi üniversiteye kadar Samsun’da tamamladım. Üniversiteyi Eskişehir’de okudum. İnşaat mühendisiyim. Üniversite yıllarımda sinema dergilerinde yazmaya başladım. Çoğu dergide yazdım ama yaklaşık on beş senedir Sekans Dergisi’nde yazıyorum. Belediyede memur kadrosunda mühendisliğe devam ediyorum. Aynı zamanda yazma ile de uğraşıyorum. Sinemadan kopmamak adına hem okumalarımı yapmaya, hem de izlemelere devam ediyorum. 3 tane kitabım var. Bir Mühendisin Sinema Eğitimi, Gölgeni Ardına Al ve Bir Yeşilçam Tarihi: Görünmeyen Adamın Peşinde… Gölgeni Ardına Al bir roman ancak diğer ikisi sinema kitabı. Bunların haricinde 13 tane de çevirim var; felsefe, roman, sinema kitapları gibi… 2017’den bu yana Samsun Sinema Topluluğu’nda film gösterimleri yapıyoruz. Çarşamba akşamları film gösterimleri yapıyoruz. Samsun Sinema Derneği’ni kurduk bu sene. Topluluk çalışmaları sırasında Samsun’da film sektöründe çabalayan birçok genç olduğunu öğrendik. Deniz Mıdık var mesela, Samsunlu ve 12 yaşından beri filmler çekiyor. Şu an Galatasaray Üniversitesi’nde okuyor. Adana’da En İyi Kısa Film Ödülü’nü aldı, festivalleri dolaşıyor. Derneği kurmamızın amacı bu; Samsun’da sinema ile uğraşan insanları önce ülke çapında sonra ise Dünya çapında duyurmak.
Bir mühendis olarak sinema ve yazarlık serüveniniz nasıl başladı?
Ben Samsun Anadolu Lisesi mezunuyum. Bizim zamanımızda 7 sene sürüyordu Anadolu Lisesi eğitimleri. Ailenizden daha çok oradaki insanları görüyordunuz. Eve girmemiz dokuzu buluyordu. Bu insan grubu içerisinde çeşitli uğraşları olanlar vardı. Bizim o dönemde sinema konuşup tartıştığımız bir sürü arkadaşımız vardı. Bunlardan birisi, Savaş Arslan, şu anda İzmir Dokuz Eylül’de profesör. O, ben Eskişehir’de okurken Gece yarısı Sineması diye bir dergi çıkaracaklarını ve ona dahil olmamı söyledi. Ben dedim ki benim daha önceden böyle bir şeyim yok, nasıl yapacağız? Konuşuyoruz ya aynı şekilde dedi ve başlayış o başlayış… O şekilde devam etti, gittikçe kendimi geliştire geliştire kitaplar okuyarak, çeviriler yaparak, filmleri inceleyerek bugüne kadar geldik. 31 senedir yazıyorum. Bir insanın sadece mesleğini yapması kötü bir şey, robotlaştırıyor bir süre sonra. Mesleği de destekleyebilecek bir hobiniz olabilir. Bu olursa eğer o zaman robota dönmüyorsunuz, yaşayan bir insan oluyorsunuz.
Ben bir İngilizce öğretmeni olarak şunu merak ediyorum; çeviri yapmak mı zor yoksa direkt Türkçe yazmak mı zor?
Çeviri yapmak daha zor çünkü Türkçe anadilimiz olduğu ve okuyan insanlar olduğumuz için belli bir pratiği kazanıyorsunuz ve yazma konusunda ilerliyorsunuz. Mesela son kitabım diğer ikisinden kesinlikle daha iyi! Çünkü her yaptığın iş bir öncekinden daha iyi oluyor. Mesela ben dört tane kısa film çektim ama bence sonuncusu diğerlerinden daha iyiydi. Hala yolun başındayız. Çünkü ben bir sinema yazarı olarak kendimi eğitmiş olabilirim ama okulunu okuyarak ya da bir yönetmenin yanında alaylı olarak öğrenmek farklı bir şey. Onu yapan adam iyi film çekebilir. Biz sadece deniyoruz ve doğru yolu bulmaya çalışıyoruz.
Peki, son kitabınız Yeşilçam tarihiyle ilgili; neden Yeşilçam?
Yeşilçam tarihi üzerine yazma gereği hissettim çünkü bu benim uzmanlaştığım bir alan. Genelde Türk filmleri üzerine yazıyorum. Yabancı filmler üzerine de tabi ki yazıyorum ama bizim sinemamızı araştırdığım zaman özellikle Yeşilçam’ın kurulduğu 1950 ile 1960 arasının neredeyse hiç yazılmadığını fark ettim. Çok az kitap var. Mesela Savaş Arslan, Türk Sineması’nın bütün tarihini yazdı, onun kitabında geçiyor. Onun dışında bu konuda yazmış tek bir kişi var benim bildiğim; Engin Ayça. Engin Ayça’nın bir kitabı var Şu Sinema Dedikleri diye, kendi sinema yazılarından derlenen. Orada çok geniş bir yer ayırmış 50lere ve Yeşilçam’ın nasıl kurulduğuna ama benim kitabım sadece o döneme odaklanıyor.
Peki, Yeşilçam’ı araştırırken en çok dikkatinizi çeken neydi?
Yeşilçam çok kendine özgü bir oluşum, en çok dikkatimi bu çekti. Bir benzeri yok onun. Dünyada halkın yapısını oluşturduğu tek sinema. Bunu biraz açarsak, Yeşilçam bir film çekeceği zaman halkı düşünüp yapıyordu. Kitapta bunu detaylı olarak anlattım. Yeşilçam’ın kurulduğu zaman, Demokrat Parti’nin seçimleri alıp Türkiye’yi değiştirmeye başladığı zaman. O dönem her yere yol gidiyor, hizmet gidiyor. Bir nevi atılım ama farklı bir yaklaşım var o dönem. Modernlik geliyor ülkeye. Modernlik ilerledikçe en küçük birimlere, kasabalara kadar sinemalar da gitmeye başlıyor. Osmanlı Dönemi’nde dahi Samsun’da birçok sinema olduğu söyleniyor. Eskiler bir sürü sinema sayıyorlar. Mesela Konak Sineması vardı en yakın zamanda, kapandı. Tamamı bir sinemaydı; üstü balkon altı salondu. İnsanlar artık sinemaya gitmiyorlar, dijitalde izliyorlar. Kolay bir şey değil sinemaya gitmek artık. Konuya dönersek, her yere sinemalar ulaşınca bunları yönetebilmek için ayaklar kuruldu. Adana, Samsun gibi… Dağıtım merkezleri yani ayak dediklerimiz. Duru Film’in Samsun’da kocaman bürosu vardı. Bölgedeki insanların taleplerine göre dağıtımcılardan merkezlere filmler gelirdi. Yeşilçam’ı oluşturan bu oldu. Zaman içinde bir sürü film şirketi kuruldu. Beni Yeşilçam’a çeken de bunlar oldu. Özetlersem, nevi şahsına münhasır olması ve kuruluşu döneminden bahsedilmemiş olması dikkatimi ve ilgimi çekti. Ben günümüzde zaman zaman küçümsenen filmlerin yapım hikayelerini dinledim, inanılmaz! Çok zorlu koşullar, tek seferde çekmek zorundasın, film içinde film çekiyorlar çünkü Anadolu’daki dağıtımcı ben bu filmi şu tarihte istiyorum diyor. Bitireceksin ki gönderesin; dublajı var, basılması var, çekilmesi var… Yani bunlar bir nevi kahraman adamlar! Yeşilçam’da çok farklı hikayeler de var, sadece zengin kız fakir oğlan değil mesele. Son kitabım Yeşilçam’ın kuruluşunu anlatıyor ve üç kitaplık bir serinin ilk kitabı, ikincisi yazılıyor şu anda. Ayrıca, bence Yeşilçam bizim hayatımız. Biz terör ortamında büyüdük. Evde eğlenmemizi sağlayan en önemli unsur televizyondu yani sinemaydı. Evde bizimle kalan büyüklerimiz de filmleri büyük bir dikkatle seyrettikleri için bizler de sevdik. Çocuk gördüğünü yapar çünkü. Öyle yorumlar yapardı ki babaannem, inanılmazdı! Babaannem bizi akşamları başına toplardı ve hikayeler anlatırlardı. Biz sokağa rahat rahat çıkabilir hale geldiğimizde bizi sinemaya götürmeye başladılar. Bir nevi teşekkür maiyetinde izlediğim filmleri gelir babaanneme anlatırdım. Beni sinemaya ve Yeşilçam’a taşıyan yolun başlangıcı da belki budur.
Yeşilçam’da en beğendiğiniz senarist ve yönetmen kim?
Bu sorunun cevabı zaman zaman değişiyor. Bir dönem Yılmaz Güney hayranıydım. Ne zaman ki Sekans’a girip daha farklı yazılar yazmaya başladım, Gökhan Erkılıç’ın da verdiği eğitimlerin etkisiyle yaklaşımımın değişmesi gerektiğini fark ettim çünkü her yönetmenin hatası vardı. Yılmaz Güney’in birçok filmini sevmekle birlikte ben Lütfü Akat’çıyım. Ben onun filmleri türündekileri yani sade sinemayı daha çok severim. Şu kişi Türkiye’nin en büyük yönetmenidir demek çok büyük bir laf!
Ben mesela Kerime Nadir’in romanlarından senaryolaştırılan filmleri çok seviyorum. Seven Ne Yapmaz’lar vs… Benim gözümde bir tür kahramandır Kerime Hanım çünkü 30'larda aşkı cinsellik kullanarak vs anlatma cesareti göstermiş. Romancının Dünyası kitabında uzun uzun anlatıyor. Siz Kerime Nadir hakkında ne düşünüyorsunuz?
O bahsettiğin filmler, bizim gençlerin daha çok eleştirdiği filmler. Ama durum o filmlerden ibaret değil. Kerime Nadir çok iyi bir yazar ve kelimeleri çok iyi kullanıyor. Onun kadar iyi diyalog yazan çok nadirdir ki diyalog yazmak çok zordur! Ama öte yandan şöyle bir olay da var: Kerime Nadir’in bazı romanları filmi çekildikten sonra romanlaştırılıyor. Bir romanı var, adamın babası evini kaybediyor kumarda. Oğlu da her gün gidip o evi seyrediyor sürekli. İnanılmaz güzel bir kitap. Kerime Hanım biraz daha özel ilgi gerektiren bir konu. O dönemki yazarlar grubunun bir dönem Yeşilçam’ı kurtardıkları bir gerçek. Ömrü boyunca senarist sıkıntısı çekmiş bir oluşum zaten Yeşilçam. 1949’da Vurun Kahpeye çekilene dek doğru dürüst senarist yok! 10 tane adam bir araya gelip senaryo yazmaya başlıyorlar. Bu nedenle romancılara başvuruluyor. Mesela Yeşilçam’ın ilk kurulduğu dönemde kahramanlık öyküleri yazan bir romancı var: Abdullah Ziya Kozanoğlu. Onun yarattığı kahramanlardan bir dolu film çekmişler. Benim kitabımda bahsettiğim Turan Seyfioğlu da o kahramanlardan birisi.
Neden Turan Seyfioğlu’na odaklandınız bu kitabı yazarken?
Ona odaklanmadım, Yeşilçam’ın 50-60 arası kuruluş dönemine odaklandım ama oradan bir simge seçmem gerekiyordu. Turan’ın hayat öyküsü aynı dönemlere denk geliyor. 50’de sinemaya giriyor, 60’ta ölüyor. Ne yapıyorum biliyor musun? İki öyküyü paralel işliyorum; 21’den itibaren Türk Sineması’nın tarihiyle aynı dönemlere denk gelen Turan’ın hayatını yani kırk yıllık dönemi paralel işliyor bu kitap. Turan’ın iletişimde olduğu isimler yani Ayhan Işık, Sezer Sezin, Lütfü Akat vb Yeşilçam’ı oluşturan isimler. O dönemde kim varsa geçiyor bu kitapta.
Peki, son olarak sormak istediğim şey şu. Sizin gözünüzden günümüz Türk Sineması ile Yeşilçam’ı kıyaslarsak, neler farklı neler aynı?
Bugünün Türk Sineması daha bireysel. Eskiden daha toplumsal konular işleyebiliyorlardı. Daha kalabalık insanlar, herkesin bir derdi var falan… Şimdi ise bireysel filmler öne çıktı. Herkesin bir derdi var. Bunalım içerisindeler. Yeşilçam’da ise senin bir derdin var ama zaten o dert toplumun derdi oluyor. Şimdikiler öyle değil. Filmde adamın derdi var, nasıl çözerim diye düşünüyorlar ama filmin sonunda o dertten çıkamıyorlar. Boğularak çıkıyorsun o filmden. Ama buna karşı değilim, yanlış anlaşılmasın. Bu filmler Antalya’da, Cannes’da ödüller alıyor. Bu anlayışın da yavaş yavaş yenilmesini düşünüyorum. Çünkü bir hikaye ödül alıyorsa herkes ondan yapmaya başlıyor. Dikkat et, ödül alan filmleri yan yana koy ve seyret. Neredeyse aynı hikaye... Bunalımdaki bir adamın o bunalımdan çıkamaması… Nasıl çıkar değil, nasıl çıkamaz, o anlatılıyor. Biraz da umut veren filmler olsun. YouTuber’ların komedi çekmesine de karşı değilim, umut vermeyi amaçlıyorlar sonuçta. Bir hikayenin filminin çekilebilir olmasını sağlayan şey çatışmadır, bence.
Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı okurlarımıza?
Ben son kitabımda Yeşilçam bu filmleri neden çekiyor sorusunun cevabını verdim. Her şeyiyle, her yönüyle anlattım. Bu kitapta kimse o döneme dair bir eksik bulamaz, iddialıyım! Serinin diğer kitaplarında yine sinemamıza dair atlanış, el değmemiş konuları ele almaya devam edeceğim.
Tarih: 22-03-2024